Bölüm 56
Mali durumunu doğruladıktan sonra…
Jin-Woo bir mağazadan hoş görünümlü bir iş takım elbisesi satın aldı. Hâlâ fazlasıyla boş zamanı olduğundan, yakınlardaki bir kuaföre uğradı ve ihtiyaç duyduğu saç kesimini de yaptırdı.
“Hmm.”
Apartmandan çıkarken olduğundan tamamen farklı birine dönüşmüştü.
‘Bu yüzden paraya sahip olmak, sahip olmamaktan çok daha iyi.’
Ve iyi kıyafetlerin birinin kanatları olacağı da söylenmişti.
Jin-Woo, sokaktaki bir dükkânın camının önünde durdu ve yansımasına kısa bir süre baktı, ardından omuzlarını silkti.
Hazırlığı mükemmel denilecek seviyedeydi.
‘Bundan kötü bir ilk izlenim bırakmayacağımdan eminim.’
Kıyafetlerini biraz düzelttikten sonra telefonundan saati kontrol etti. Saat 16:20’yi gösteriyordu.
‘Saat beşten önce orada olmam gerekiyor, değil mi?’
Şimdi yola çıkarsa, zamanında varabilirdi.
“Taksi!”
Jin-Woo bir taksi tuttu ve Jin-Ah’ın okulunun önüne, yeterli zaman kalacak şekilde ulaştı. Şansa bakın ki, okulun ön kapısının yanında duran Jin-Ah’ı fark etti.
“Seong Jin-Ah-!”
Ağabeyini geç fark eden Jin-Ah, saf şaşkınlıkla soluksuz kaldı.
“Oppa??”
Jin-Ah’ın gözleri tavşan gibi kocaman olmuştu ve temkinli bir şekilde sordu.
“Sen… sen gerçekten Seong Jin-Woo musun?”
“Kendi ağabeyini tanıyamıyor musun?!”
Jin-Ah hala yüzünde şaşkın bir ifade ile Jin-Woo’yu baştan aşağı süzdü, sesi kendiliğinden yükseldi.
“Bu kadar değiştiğin için, bilirsin!”
“Ne yani, yeni sınıf öğretmeninin karşısına eşofmanla ve terlikle mi çıkmamı isterdin?”
“Vay be….”
Jin-Ah hâlâ ağzı açık duruyordu.
“Hey, çenen bu hızda düşebilir. Neyse, ben önden gidiyorum. Tamam mı?”
Kız kardeşi yol göstermeye dair bir belirti göstermediği için, Jin-Woo öne geçti. Beş yıl önce, Jin-Woo da bu okulun bir öğrencisiydi. Zaten okulun düzenini avucunun içi gibi biliyordu.
Normalde, öğretmenler ebeveynlerle konuşmak isteseler, buluşma yeri ya öğretmenler odasında ya da rehberlik bürosunda olurdu. Ancak bugünün konusu Jin-Ah’ın gelecekteki kariyer yoluyla ilgili olduğundan, rehberlik bürosuna gitmesi gerekiyordu.
Ve böylece Jin-Woo’nun adımları hızlandı.
“O-Oppa! Beni bekle!”
Jin-Ah aceleyle ağabeyinin peşinden koştu.
“Merhaba, öğretmenim.”
“Evet? Ah, şey, size de merhaba.”
Yol sırasında, Jin-Woo karşılaştığı birkaç öğretmeni selamladı. Onların hepsi istisnasız durup, Jin-Woo’nun arkasından gidenisine hayranlıkla baktı.
‘Kimdi o?’
‘Bu okuldan mezun olmuş biri mi? Ama böyle dikkat çekici bir öğrenciyi unutmam mümkün değil.’
‘Yeni bir öğretmen mi acaba?’
Yalnızca öğretmenler Jin-Woo’ya bakmıyordu.
“Vay canına, yakışıklı, değil mi?”
“Kim o?”
“Bekle, yanındaki Jin-Ah değil mi?”
“O, Jin-Ah’ın oppa’sı olmalı. Vay be, oldukça havalı.”
Düzgün bir fizik ve şık bir iş takımı – yüz hatları sade olmasına rağmen, bu iki noktanın sinerjisi kadın öğrencilerin dikkatini çekecek kadar güçlüydü.
Ne yazık ki, söz konusu olan kişi hiç ilgilenmiyordu.
‘…….’
Jin-Woo sadece kızların fısıltılarını duymamış gibi yaparak, bir kulağından girip diğerinden çıkmasına izin verdi. Asıl heyecanlanan ise Jin-Ah’dı.
Etrafındaki değerlendirmeleri mutlu kahkahalarla dinledi. Ardından Jin-Woo’nun yanına yanaşıp, dirseğiyle hafifçe beline dokundu.
“Vayy~, oppa, bugün çok popüler olduğunu kabul etmelisin, ha?”
Bu yorumu görmezden geldi.
“Bekle, şimdi düşününce, oppa, hala bir kız arkadaş bulamadın, değil mi?”
Bunu da görmezden geldi.
“Güzel bir lise kızını tanıştırayım mı, güvenilir küçük kız kardeşin olarak sana?”
Bunun üzerine, Jin-Woo duygusuz bir yüz ifadesiyle onun yanaklarını çimdiklemeye başladı.
“Sevimli olmayı bırak, tamam mı?”
“Özür… Özür dilerim….”
Jin-Woo sonunda yanaklarını serbest bıraktı. Jin-Ah kızarmış yanaklarını ovalayıp, memnuniyetsiz bir şekilde surat astı.
“Tüh. Yine de ilgi hoşuna gidiyor, biliyorum….”
Her biriyle hafif atışarak yürüyüp giderek, zaten varmak istedikleri yere çoktan gelmişlerdi. Jin-Ah Jin-Woo’nun önünden fırlayıp, rehberlik bürosunun önünde döndü.
“Oppa, geldik.”
Ofise girmeden hemen önce, Jin-Woo kız kardeşine baktı. Yerinden kıpırdamıyordu.
“Ya sen?”
“Bugün sadece öğretmen ve velilere. Ben sen içeri girince sınıfıma döneceğim.”
“Ah.”
Jin-Ah’ı dinlerken, kendi lise zamanlarındayken de benzer bir şeyin olduğunu hatırladı. O zamanlar kimse gelmemişti, tabi.
‘Annemin hareket etmekte zorlandığı zamanlardı, değil mi?’
Annesi hastaneye sıkça gitmeye o zamanlarda başlamıştı.
Kendini fazla zorlamasından korkuyordu, bu yüzden öğretmen-veli toplantısından ona söz etmiyordu. Bu yüzden, sınıf öğretmeninden azarlanmak zorunda kalmıştı bir süre.
O anları düşündüğünde, Jin-Ah’ın bugün neden bu kadar endişeli olduğunu daha iyi anladı. Jin-Woo gülümseyerek, nazikçe sordu.
“Bu gece de dersin var mı?”
“Evet. Oppa, beni bekleme, eve önce sen git.”
“Tamam.”
Jin-Woo sinsice saldırarak onun saçını karıştırdı.
“Sıkı çalış, tamam mı? Sonra görüşürüz.”
“Ah! Yeter artık!”
“Sonra evde görüşürüz.”
Jin-Woo gülümsedi ve danışma odasına kayboldu.
Jin-Ah, saçı düzeltirken, yanakları şişmişti.
“Hâlâ beni küçük bir çocuk gibi davranıyor….”
Tabii ki bunu sevmediğine dair en ufak bir işaret göstermedi.
Belki birisi tüm bunları görmüştür? Jin-Ah hızla çevresini taradı ve etrafında kimsenin olmadığına emin olduktan sonra rahat bir nefes alarak, sınıfına doğru döndü.
***
Jin-Ah’ın sınıf öğretmeninden aldığı ilk izlenimi nasıl ifade edebilirdi?
‘Hmm….’
Biraz ‘cömert’ görünüyordu.
“Sen Jin-Ah’ın ağabeyisi olmalısın.”
Orta yaşlı, bilge bir görünüşe sahip bir öğretmendi. Genel izlenimi, insanları iyi hissettiren nazik ve sıcak bir gülümsemeyle karşılayan biriydi.
Onun hikayesini biliyor gibi görünüyordu, çünkü Jin-Woo’nun Jin-Ah’ın velisi olarak burada olmasından en ufak bir şaşkınlık duymadı.
“Ben Jin-Ah’ın sınıf öğretmeniyim. Açıkçası Jin-Ah’ın böyle havalı bir ağabeyi olduğunu saklayacağını beklemezdim. Ohoho.”
Samimi ve hoş karşılamasını aldıktan sonra, Jin-Woo da kibarca başını eğdi.
‘Onu daha önce görmemiştim.’
Mezun olduktan sonra öğretmenlik yapmaya başlamış olmalıydı.
Bir kişinin izleniminin ilk buluşmada belirleneceği söylenmez miydi? Selamlaşmalarını paylaştıktan sonra, biraz daha rahat hissetti.
‘Bana kıyasla yıllar boyunca daha genç biriyle kibar bir dille konuşuyor olmak ilginç.’
Yani kız kardeşinin son yılı, oldukça iyi bir sınıf öğretmeniyle karşılaşacak kadar şanslı olduğu için travmatik geçmeyecek gibiydi.
“Buyurun, buraya oturun.”
Beni bir sandalyeye yönlendirdi. Jin-Woo geniş bir masanın karşısında Jin-Ah’ın sınıf öğretmeniyle oturdu.
“Artık Jin-Ah hakkında endişelenmemize gerek yok.”
Öğretmen ile velilerin genellikle paylaştığı tipik konularla bir süre sohbet ettiler. Samimi ve neşeli bir atmosfer hâkimdi.
Jin-Ah örnek bir öğrenci olduğu için, ne Jin-Woo ne de öğretmenin seslerini yükseltmesini gerektiren bir sebep yoktu.
“Jin-Ah’ın tıp fakültesine girmeyi hedeflediğini biliyor muydunuz?”
“Evet, biliyorum.”
Kadın öğretmen hazırladığı bilgileri okumaya başladı.
“Deneme sınavlarındaki puanları mükemmel. Ve düzenli notları da oldukça iyi, bu yüzden çok fazla sorun yaşamadan girmeli. Yine de, lütfen evde fazla baskı yapmamanızı sağlayın.”
Jin-Woo sessizce başını salladı.
Öğretmenin heyecanlı yüzünden, Jin-Ah’ın geleceği konusundaki yüksek beklentilerini görmek kolaydı.
Gerçek şu ki, lise son sınıf öğrencilerine bakan sınıf öğretmenleri de muazzam bir stresle karşı karşıya kalıyorlardı. Çünkü bu, üçüncü sınıf öğrencilerinin geri kalan yaşamlarındaki kararı içeriyordu, nasıl strese girmesinler ki?
‘Bu yüzden çoğu kişinin lise son sınıfının sınıf öğretmeni olmaktan kaçındığını duymuştum.’
Jin-Woo, erkek öğretmenlerin sorumlulukları kadın meslektaşlarına bıraktığı pek çok vaka olduğunu da duymuştu. Bunu göz önünde bulundurursak, Jin-Ah’ın sınıf öğretmeni öğrencileri için dolu dolu bir motivasyona ve tutkuya sahipti.
Jin-Woo, Jin-Ah’ın velisi olarak bunun için minnettar olabilirdi. Çünkü motivasyon ve tutku, öğrencilerin geleceklerine büyük ‘ilgi’ gösterileceği anlamına geliyordu.
Belki 15 dakika geçmişti? Görüşme sorunsuz bir sona yaklaşıyordu.
“Pekala, bu kadar….”
Jin-Woo durumu inceledi ve ayrılmaya hazırlandığı sırada, öğretmen dikkatli bir şekilde ona konuştu.
“Bir Avcı olduğunuzu duydum.”
Aniden, öğretmen oldukça ciddileşti.
Burada bir şeyler vardı. Jin-Woo hemen hissetti.
“Evet, öyleyim.”
“Eğer… Eğer Jin-Ah Uyanmış biri olarak değerlendirilirse, onun da Avcı işini yapmasına izin verir misiniz?”
“Asla.”
Asla izin vermezdi.
Jin-Woo kararlılıkla düşüncesini belirtti. Tekrar düşünmesi gerekmeyen bir durumdu bu.
Beklediği gibi, burada bir şey vardı ve kanıt olarak, öğretmenin ifadesi daha da ciddileşti.
“Sandığım gibiydi….”
Jin-Woo ona şaşkın bir ifadeyle baktığında, öğretmen kararlı bir tonla konuştu.
“Eğer fazla zahmet olmazsa, sizden bir şey rica edebilir miyim?”
Jin-Woo başını salladı.
“Gücüm yettiği sürece….”
Önce onu dinlemeye karar verdi.
Sonuçta, kız kardeşinin sınıf öğretmeniydi, dolayısıyla isteklerini hiç dinlemeden reddederse, burada kötü bir izlenim bırakabilirdi.
Jin-Woo’nun fikrini değiştirmesinden korkan öğretmen hızla konuştu.
“Öğrencilerimden biri, Uyanış sürecinden geçtikten sonra okulu bırakıp tam zamanlı Avcı olmak istiyor. Zaten artık okula da gelmiyor.”
‘Anladım.’
Bu tür şeyler oldukça yaygındı.
Uyanış geçiren birkaç kişi, gerçek Avcıların ne yaptığını hiç tecrübe etmeden, kendilerini seçilmiş birileri olarak gördükleri ve dünyadan bihaber oldukları durumlar olurdu.
…Her ne kadar dünyada, ünlü Avcı olan ve çok para kazanan pek fazla Uyanmış kişi bulunmasa da.
Öğretmen uzun bir iç çekti.
“Eğer bu şekilde okulu kaçırmaya devam ederse, yarı idare müdahale etmek zorunda kalacak, biliyor musunuz? Avcı olmak istese bile, en azından bir liseden mezun olması daha iyi olmaz mıydı?”
Jin-Woo sessizce başını salladı. Olumlu cevabından, öğretmenin yüz ifadesi biraz olsun aydınlandı.
“O çocuğu, güvenli bir şekilde mezun olabilmesi için, ikna etmeme yardımcı olabilir misiniz?”
Öğretmen elinden gelenin en iyisini yaparak gülümsedi.
Jin-Woo burada meraklıydı bir şeyden.
“O öğrencinin… Uyanmış rütbesi neydi?”
“Duyduğuma göre… en düşük rütbe…”
Başka bir deyişle, E-Rütbesi.
‘….Uzun süre yaşamayacak demektir.’
Jin-Woo içten içe bir ses çıkardı.
Bu, özellikle bir zindana girerken dikkat edilmesi gereken bir rütbeydi.
Eğer biri hazırlıksız bir zihin yapısıyla ve fazla hazırlıklı olmadan girerse, istisnasız bir engelli ya da ölü olurdu.
Kız kardeşi ile aynı yaşlarda bir çocuğa böyle bir şeyin olması üzücü bir şeydi. Ne yazık ki, günün sonunda, bu kızın vereceği bir karardı. Başkası aksini diyemezdi.
Bu oldukça üzücü bir durumdu, ama yoğun bir programdan vakit ayırıp bir başkasının hayat kararına müdahale etme düşüncesi yoktu.
‘Hem de, onu ikna edebilmek konusunda kendime güvenmiyorum.’
Muhtemelen, söyleyeceği çoğu şey hoş olmayan şeyler olarak karşılanacaktı.
Jin-Woo, öğretmeni reddetmeyi ve ayrılmayı düşünüyordu.
Ancak….
“Jin-Ah o çocuğu tanıyacak, çünkü ismi…”
Öğretmenin ağzından kızın ismi çıkınca, şimdi hemen yerinden kalkamayacağını fark etti.
Jin-Woo kızın ismini bir kez daha doğruladı.
“Öğretmenim. Öğrencinin ismi neydi tekrar?”
“Şey… Şans eseri, onun kim olduğunu biliyor musunuz?” (TL: kızın ismi çevirilmemiş.)
“…..”
Evet, Kore Cumhuriyeti gerçekten küçük bir yer.
‘Huh.’
Jin-Woo oldukça dilsiz kaldı.
***
Aynı zamanda.
Yujin İnşaat’ın sahibi Yu Myung-Hwan’ın özel ikameti.
Sabahın erken saatlerinden itibaren, sayısız lüks araç akın etti.
Bu akının tek bir nedeni vardı.
Yujin Grubu’nun ilk başkanı Yu Byung-Cheol için yapılacak olan anma töreni akşam saatlerinde gerçekleşecekti.
Kore’nin finans sektöründe bir numara olan Yu Myung-Hwan’ın babası ise Yu Byung-Cheol’dü.
En büyük oğlu olan Yu Myung-Hwan, ne kadar meşgul olursa olsun, her yıl bu töreni mutlaka gerçekleştirirdi. Ve etkisi o kadar büyüktü ki, Yu ailesi soy kütüğünde yer alan her bir akraba bu yerde toplanmak zorundaydı.
– XX Yatırımlar CEO’su.
– XX İlaç Şirketi Başkanı.
– XX Alışveriş Merkezi CEO’su.
Gelenlerin hepsi kendi alanlarında çok kuvvetli kişilerdi. Ve onların çocukları da seçkinler topluluğuydu. Sadece bir tek istisna hariç.
Ve bu istisna, kimse ondan bunu istememesine rağmen, sürecin sessiz ve uzak bir köşesine çekilmişti.
Ve bu kimse Yu Jin-Ho’dan başkası değildi.
‘Çok sıkıldım.’
Zamanın daha hızlı geçmesini diliyordu.
Ağabeyiyle birlikte zindan baskınlarına gitmek, buradan yüz kat, bin kat daha eğlenceliydi.
Hyung-nim’in şu anda ne yapıyor olduğunu düşünmek zorunda kaldı.
Bir an için düşündüğünde bile, hyung-nim’in boş günlerinde ne yaptığını hayal edemiyordu.
Ve… kendisi, bir köşede, insanların bakışlarından uzakta, sıkıcı aperatifleri çiğnerken…
…Bugün duymak istemediği bir sesi duydu.
“Oiii.”
Evet, beklediği gibi.
Toplumdaki üst sınıf elitlerin mükemmel bir modeli, Yu Jin-Ho’nun arkasında duruyordu. Ayrıca her yönden mükemmel ve yetenekli biri gibiydi.
Pahalı bir gözlük; uzun, erkeksi bir fizik. O, Yu Jin-Ho’nun biyolojik ağabeyi, Yu Jin-Seong’dan başkası değildi.
Yujin İnşaat’ı Yu Myung-Hwan gelecekte bıraktığında devralacak olan varis.
Yu Jin-Seong, Yu Jin-Ho’ya yaklaştı ve kardeşinin üzerinde bakışlarını sabitledi.
“Birçok akrabamız geldi, onları selamlamaya gitmelisin. Daha ne kadar bu çocukça davranışları sürdüreceksin?”
“….Neyse.”
“Sadece çocukça hareketlerinle babamızın itibarını lekeliyorsun.”
Yu Jin-Seong’un ses tonunda, en ufak bir kardeşçe sevgi yoktu. Hayır, açıkça küçümseyici bir tavrı vardı.
Tabii ki Yu Jin-Ho abisinden hoşlanmıyordu ama yine de ona karşılık verme cesareti de yoktu.
“…”
Bu pek şaşırtıcı değildi, tabii.
Yu Jin-Seong, okulda aldığı her konuda rütbe olarak en üste çıkmayı başaran bir dahiydi. Ve bu sadece akademik başarılarıyla ilgili de değildi.
Okuldan mezun olduktan sonra, babası Yu Myung-Hwan’a çeşitli iş girişimlerinde yardımcı oldu ve dokunduğu her konuda olağanüstü başarı elde etti.
Kıyaslarsak, Yu Jin-Ho’nun övünebileceği pek bir şeyi yoktu. Mesela üniversiteye zar zor girebilmişti.
Ağabeyi yanında olduğunda, Yu Jin-Ho doğal olarak küçülüyor ve önemsiz hissediyordu.
“….”
“Hâlâ ne kadar da acınası. Tsk, tsk.”
Yu Jin-Seong, Yu Jin-Ho’nun eğilmiş kafasıyla memnuniyetsiz bir şekilde fırtlındı, ardından ifadesini değiştirip aceleyle uzaklaştı.
“Amca!”
“Ah, Jin-Seong, sen misin?”
Yu Jin-Seong uzaklaştıktan sonra, Yu Jin-Ho başını kaldırdı. İşte bu yüzden eve gelmek istemedi.
Ahmakça bir anma töreni olmasaydı…
Yu Jin-Ho, uzun bir iç çekiş sergiledi ve ardından dikkatini çekici, ama aynı zamanda keskin bir ses duydu.
“Vay canına. Ne kabasınız. Bu yerin eğlencesini boğuyor, o adam.”
Yu Jin-Ho arkasına baktı.
Ve bir yaş büyük kuzeni, Yu Soo-Hyun’u orada buldu.
"Bölüm-56" bölümü için yorumlar
MANGA TARTIŞMASI